BÜYÜK DÜŞÜNMEK

 

BÜYÜK DÜŞÜNMEK

    Merhaba değerli okurlar. İnşallah bundan sonra haftada bir defa bu köşede sizlerle buluşacağız. Gerçi sohbet okumak zahmetli ve gereksiz(!) iştir ama hakkınızı helal edin işte. Girizgâhı fazla uzatmadan konuya girelim, yoksa müzik dinlemeye gelene akort dinletirsek; bir dahaki sefer, sazı elimize alınca meydanda kimseyi bulamayız.

    Geçenlerde bir arkadaşımla telefon görüşmesi yapıyorduk.

     Kendisi Diyarbakır’da teğmen olarak görev yapıyor. Dağ başında zamanının neredeyse tümünü kitap okuyarak geçiren idealist biri. Onun bana söylediği bir söz hala kulağımda: ‘Kümeste yaşayanın düşündüğü ile sarayda yaşayanın düşündüğü aynı olamaz.’ Bu etkileyici sözün ardından bir şey daha söyledi: ‘Ben Aybastı’dayken hep denizi merak ederdim, deniz acaba nasıl bir şey derdim.’ Tertemiz yüreğiyle, yüzlerce Aybastılı, Kabataşlı çocuk gibi ırmağın sonunda ne olduğunu düşünürmüş hep. Sonra devam etti: ‘Ama Fatsa’ya gidip orada yaşayınca, denizi gördüm, içine girdim. Ondan sonra da denizin ötesinde ne var diye düşünmeye başladım. Dostumun bu sözleri bana insanın ufkunun genişlemesinin ne demek olduğunu öyle güzel anlattı ki...  

    Öyle ya?  Şöyle dönüp kendimize bir bakalım. Günlük düşüncelerimiz neler diye. Memurlar için mesai, arta kalan zamanlarda kahvehane ve televizyon. Çiftçiler için tarla kıyısı, köşesi, dikeni. Bomboş dolaşanlar için sıradan, ufak tefek işler. Peki ya dağların ötesini, hatta okyanusların ötesini düşünen kaç kişi var? Eminim bir elin parmakları kadar. İyi de hocam büyük düşünmek nereden başlar? İşte, büyük düşünmek Karadeniz’in iç kesimlerinde yaşayanlar için önce dağların ilerisini, ırmağın sonunu düşünmekle başlar. Peki, sonra ne yapacağız? Sonra bol bol okuyacağız, dergi ve gazete takip edeceğiz. Her kitapta okyanus ötelerini göreceğiz, dolup dolup zamanı gelince de taşacağız. Kıyımızdan köşemizden geçenler bizim taşırdıklarımızdan istifade edecek, bize dua edecekler. Önce kendimize bir ad bulacağız, kendimize şunu soracağız: ‘Ben kimim?’ Tüm dünyanın emrine verildiği, zekâsıyla başaramayacağı bir şey olmayan, yaratılmışların en üstünü olan insan mıyım? Evet, tabii ki öylesiniz ama ta ki kafanızda bunu size anlatan ampul yanana kadar. Önce kendi sıfatınızı bulun, inanın. Tabii ki boş boş oturup, mangalda kül bırakmayan avam tayfasının yaptığı gibi donanımsız, niteliksiz sallamalarla meydana çıkmayın. Az önce de belirttiğim gibi, kesenizde yüzlerce kitabınız olsun.                      Akbabanın en büyük hayali nedir, bilir misiniz? Leş… Şöyle kokmuş, kurtlanmış bir leş. O leş akbabanın ulaşmak istediği, ulaşabileceği en büyük hedeftir. Şimdi siz önce şuna karar verin: Akbaba mısınız yoksa daha büyük hedefler peşinde koşan zeka küpü mü? İşte büyük düşünmek buradan başlıyor, önce ne olup ne olmadığımıza karar vermekle başlıyor.  Asla içinde bulunduğumuz şartlardan şikâyetçi olmamalıyız. Bir insanın yapabileceği en büyük hata görevini, işini bırakıp sistemi eleştirmektir. Eleştiri tabi ki gerekli, olmazsa olmazdır lakin yerinde ve zamanında yapıldığı zaman. Armudun sapı var üzümün çöpü var demek bize hiçbir şey kazandırmaz, aksine zamanımızı çalar. Birkaç işçiyi düşünün. Önlerinde iyi veya kötü bir malzeme var ve o malzemelerden bir bina yapmaları isteniyor. İşçiler ise malzemelerin etrafına oturmuş, malzemeyi eleştiriyor. O eleştiri hiçbir şeyi değiştirmez, hiçbir fayda sağlamaz. O halde ne yapmalı, eldeki imkânları- kısıtlı da olsa- en etkili şekilde kullanmalı. Yapabileceğimizin en iyisini yapmalıyız. Bir an önce işe koyulmalı, çalışmalıyız; sonra da zaten başarı tereyağından kıl çeker gibi gelir. Kupkuru, taşlı bir yamaçta bir tutam diken de olsak, biz o yamaçtaki en iyi, en donanımlı diken olmalıyız.

    Dostlar,

    Hayallerinizi yanınızdan geçen ırmağa salın; kitaptan bir kayık yapın. Eğer sonundan büyük başarılar gelmezse görüşelim.

    Muhabbetle…

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMA NELER GELDİ

DOYUMSUZ EVLAT NASIL YETİŞTİRİLİR?

ACI BABA'YA HOŞ GELDİNİZ