ÖLÜM KORKUSU
İnsan yaratılıştan beri dünyayı
sevmiştir.‘Allah canımı alsa da kurtulsam.’ Sözlerini biteviye diyenlere kulak
asmayın, onlar da en az sizin kadar sever yaşamayı.Ezelden beri dünyanın
muhtelif yerlerinde mağaralara resim yapmalar, heykeller, yapıtlar bırakılması
boşuna değildir.Bunların tümü hatırlanma, iz bırakma isteklerinden mütevellit
eylemlerdir.
Gel gör ki her insanın belli bir
yaştan sonra kafasına dank eden bir gerçek vardır:Ölüm gerçeği.Elbette bu
gerçeğin tüm bedeni sarması için belli bir yaşa erişmek gerekiyor.Bakın, ölmek
için belli bir yaşa ulaşmak gerek demiyorum; ölüm korkusunu hissetmek için
belli bir yaşa varmak gerek diyorum.
Çocukluktaki dertlerimiz oyuncak
ve oyun üzerine iken ergenlikle beraber zihnimiz karşı cinse ve kendimizi kabul
ettirmeye dönük çabalarla doluşur.Yirmi ile otuz yaş arası evlilik, ev kurma,
kredi borçları ile geçer. Birçok şey yerli yerine oturunca özellikle de
yakınlarımızı kaybetmişsek ölüm korkusu sarar bizi. Öyle ya, hiç hesapta
yokken, aklımıza bile gelmemişken yakınlarımızdan biri ölüverir. Sonra mı?
Sonrası büyük bir boşluk, karanlık veya umursamazlık.Her şeyin boş olduğunu,
dünyanın hakikaten gölgelik bir yerdeki birkaç dakikalık istirahat olduğunu tam
olarak anlarız.Ölenlerin mezara bu taraftan hiçbir şey götüremediğini görmek,
dünyaya dair onlarca hayali saman alevi gibi söndürüverir. Ağlarız…Ağlamak için
de biraz dinlenmek ve gülmek gerekir bilir misiniz?
Oysa her insan- acılı ölüm ve
ayrılıkları erkenden yaşayanlar hariç- ortalama bir ömür yaşayacağı
düşüncesiyle bakar hayata.Uzun vadeli kredi çekilir, geleceğe dair planlar
yapılır, bireysel emeklilikte para biriktirilir vesaire.
Ölümümüzü bilmemek Rabbimizin
bize en büyük hediyelerinden biridir. Düşünüyorum da hakikaten İzafiyet Teorisi
çok mantıklı. Şimdi önce kendinize veya yakınınızdaki yaşlı birine sorun: ‘Bu
yaşa kadar yaşadın, tatmin oldun mu? Bu zaman sana yetti mi?diye. ‘Rüzgar gibi
geçti, daha dün şu şöyleydi bu böyleydi.’gibi
laflar edecektir.Hani teoride sevdiği bir kadınla bir gün geçirmek, acı çekerek
geçen beş dakikadan daha kısadır, deniliyor ya. İnsan da dünyayı sevdiği için
burada geçirdiği zaman hep az gelir gözüne.
Meşhur bir hikaye vardır: Adamın
biri odunculuk yaparak hayatını kazanmaktadır. Odun kesilecek, yüklenilip
getirilecek, pazarda satılacak… Tabi, bunlar zor işler. Adam artık iyice
usanmış, canından bezmiş. Ormanda sıcak bir öğle vakti dayanamayıp ‘Ey
Allah’ım, nedir bu çektiğim, al şu canımı da kurtulayım.’demiş. Duası kabul
edilmiş ve Azrail orada belirmiş. Adam ölüm meleğini görür görmez secdeye
kapanıp ‘Allah’ım sen yeter ki biraz daha müsaade et, bütün ormanı taşımaya
razıyım.’ Deyivermiş.İşte hayat acı da olsa, zor da bu kadar tatlı.
İyi de bu anlattıklarımın hiçbiri
ölüm korkusunu yenmeye yardımcı değil. Elbette olamaz! Dünyadaki hiçbir bilim,
hiçbir tıp, hiçbir para bizi ölümden kurtaramaz.O halde ölümü dürüstçe
kabullenip, doğal olduğuna can-ı gönülden inanmakta yarar var.Düşünün ki bugüne
kadar dünyada yaklaşık 13 milyar insan yaşadı ve hiçbiri ölümden kurtulmanın
yolunu bulamadı.O yüzden bu dünyaya Allah’a kulluk ve ibadet için
gönderildiğimizi ve tekrar ona döndürüleceğimizi unutmamak çok daha dürüst ve
cesur bir davranış olacak. Yoksa sporla, organik yaşamla, her ay doktor
kontrolü ile olacak işler değil bunlar.
Yorumlar
Yorum Gönder