Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

DOYUMSUZ EVLAT NASIL YETİŞTİRİLİR?

                   Birkaç yıl önce bir AVM’de şahit olduğum olay günaşırı aklıma gelip duruyor. Aradan aylar hatta yıllar geçmesine rağmen o sahne zihnimde belirip kaybolur. Bir çocuğa ailesi akülü araba aldı. Hem de iki üç bin lira civarı ve kaliteli bir akülü arabaydı. Kırmızı, cip tarzı bir araba… Ben de tecessüsle çocuğun simasına baktım. O da ne! Zerrece mutluluk yoktu! Çocuğun hiçbir tepki vermemesine öfkelenen annesi, akülü arabayı otoparktaki araca kadar ite kaka götürdü. Ağzım açık bir vaziyette öylece onları izledim. O zaman bir köşeye oturup çocukluğuma üzüldüm. Aslında çocukluğuma üzülüp üzülmemem gerektiği noktasında dengesiz hislerim mevcut. İçinde yoğrulduğum yokluk kazanı, bazen canımı acıtırken bazen de beni mutlu eder. Hakikaten lezzet yoklukta. Mahrumiyet, her şeyden mutlu olabilme kapısının en gizemli anahtarı... O zaman küçük şeylerle mutlu olabiliyor insan. Yokluğun girdabında ...

BÜYÜK DÜŞÜNMEK

  BÜYÜK DÜŞÜNMEK      Merhaba değerli okurlar. İnşallah bundan sonra haftada bir defa bu köşede sizlerle buluşacağız. Gerçi sohbet okumak zahmetli ve gereksiz(!) iştir ama hakkınızı helal edin işte. Girizgâhı fazla uzatmadan konuya girelim, yoksa müzik dinlemeye gelene akort dinletirsek; bir dahaki sefer, sazı elimize alınca meydanda kimseyi bulamayız.      Geçenlerde bir arkadaşımla telefon görüşmesi yapıyorduk.        Kendisi Diyarbakır’da teğmen olarak görev yapıyor. Dağ başında zamanının neredeyse tümünü kitap okuyarak geçiren idealist biri. Onun bana söylediği bir söz hala kulağımda: ‘Kümeste yaşayanın düşündüğü ile sarayda yaşayanın düşündüğü aynı olamaz.’ Bu etkileyici sözün ardından bir şey daha söyledi: ‘Ben Aybastı’dayken hep denizi merak ederdim, deniz acaba nasıl bir şey derdim.’ Tertemiz yüreğiyle, yüzlerce Aybastılı, Kabataşlı çocuk gibi ırmağın sonunda ne olduğunu düşünürmüş hep. Sonra devam etti: ‘Ama Fatsa’ya gi...

ÇİÇEKLER KADINDIR

Yanılmıyorsam Stephen Hawking “Fizikte doktora yaptım ama kadınlar hâlâ benim için evrendeki en gizemli varlıklar. Sanırım evreni çözebiliriz ama kadınları asla.”diye bir söz söylemişti. 30 yıllık eşinden ayrılıp bakıcısıyla evlenmesi de sanırım bu gizem çözme çabasının bir neticesidir. Yaklaşık beş yıldır, yaz tatillerinde eşimi sılaya gönderip evde tek başıma kitap yazmaya niyetleniyorum. Ameller niyetlere göredir sözü burada devre dışı kalıyor çünkü hiçbir tatilde kitap yazmayı başaramadım. Kemal Sunal’ın bir filminde, at yarışı tahminlerini doğru yapabilmesi için dolmuş, içindekiler, Şiki Şiki Baba gibi öğelerin hepsi olmalıydı. Sanırım benim de bir eser üretmek için böyle unsurlara ihtiyacım var. Oğlum kursa yetişmeli, trafik sıkışık olmalı, AVM’ deki kafede ve köşeye bakan tarafta oturmalıyım vs… O Şiki Şiki Baba sahnesi, bir şeyler yaratmak isteyen sanatçılar için hakikaten önemliymiş, bunu anladım. Eşim sılada iken burada en boğucu eserleri “Türk Mitolojisi 1,2” okur ve...

CENNETE KİMLER GİDECEK?

İlk insanın toplayıcılık yaparak hayata başladığı öne sürülüyor. Vahşi hayvanlardan artakalan kemikleri kırıp ilikleri içerek yaşam sürdürmüşler. Bu sayede taş gibi eşyaları kullanmayı öğrenip geliştirmişler. İnsanoğlu daha sonra ateşi keşfetmiş. Ateş yandığı zaman, o her gördüğünde korkup kaçtığı hayvanların, ateşten korkup kaçtıklarını görmüş. O zaman ateşi hem ısınma hem de korunma amaçlı kullanmaya başlamışlar. Ateş, onlara güç vermiş, özgüvenleri artmış. Sonra ateşi hüküm aracı olarak kullanmayı bellemişler. Onlara zarar verebilecek hayvanların otlağını ateşle yakmış, yollarına engel olan ağaç, diken ya da çalılıkları ateşle dümdüz etmişler. Bu hükmetme, insanı şımartmış. Güvende olma hissi ise eskiye nazaran daha rahat, daha güvenli bir yaşam ortamı sunmuş. Ateşin başında sohbet, dedikodu başlamış ve bu sayede de dil gelişmeye başlamış. Dil, dedikodu geliştikçe de gruplaşmalar başlamış. Kafası ve çıkarları uyuşanlar teşkilatlanıp başka grupların mallarına ve canlarına göz koy...

KORONANI AL DA GİT!

Son zamanlarda bilgisayarım yarım yamalak yazılmış yazılarla dolu. Romanlar, öyküler, fabllar, şiirler, deneme ve sohbetler… Bilgisayarım çöpten klasörlerle doldu taştı. Bir fikir, bir ilham geliyor; heyecanla oturuyorum bilgisayarın başına ki… Uçup gitmiş. Sonra aklıma Kazancakis’in Zorba romanındaki tabir geliyor: Kâğıt faresi. Bir yanda içen, aşk yaşayan bir amele öbür yanda durmaksızın okuyan ve yazan bir aydın. Başıboş serseri, aydın adama kızıyor. Özetle: “Bırak kâğıtların arasında yaşamayı, hayat akıp gidiyor ve sen pek çok şeyi kaçırıyorsun.”diyor. Hakikaten!.. Niçin yazar ki insan? Şu an saat 00.11 ve ben bilgisayarın tuşlarıyla sevişiyorum. Niye? Ölümsüzlük için mi, birilerini etkilemek için mi, para için mi, şöhret için mi?.. Bunların hiçbiri değil. Metin Hara’nın, Adriana Lima ile aşk yaşayabilmiş olması, edebiyat namına umut vaat etti ama bunların reklam kokan hareketler olduğu tez zamanda anlaşıldı. O halde niye yazar ki bir insan? Sait Faik, bir balıkçının yanınd...

TAVİZ, TAVİZİ DOĞURUR.

                Ormanlar kralı olan aslanlar, sıkıntılar artmaya başlayınca aslan meclisini toplarlar. İçlerinden en tecrübeli olan konuşmaya başlar,                 “Saygıdeğer kral dostlarım. Krallığımızın adı var ama tesiri yok. Günlerdir aç karnına dolaşıp duruyoruz. Maymuna saldırsak ağaca tırmanıyor, fillere saldırsak kocamanlar,   antiloplar çok hızlı koşuyor, kuşa niyetlensek uçup gidiyor… E, koskoca krallar olarak da balık tutacak değiliz hani. Bu buhranlı durumdan bir çıkış yolu bulmak şart oldu.”                 Diğer aslanlar da karınları guruldayarak konuşmaya katılır,                 “ Durumun farkındayız. İçimiz ezilip durur. Peki, ne yapmalıyız?”   ...

HAYAT, ODAKLANDIĞIMIZ YERDİR

Çok eski zamanlarda adamın biri hayatın anlamını bulmayı kafaya koymuş. Gezmiş, tozmuş, araştırmış, sormuş ama bulduğu hiçbir cevap onu tatmin etmemiş. Tam ümidini kaybetmek üzereyken köyün birindeki adamlar ona, “Şu karşıki dağın zirvesinde bilge bir adam yaşar. Git, ona sor. Senin sorularına ancak o cevap verebilir.”demişler. Adam zorlu bir yolculuk ve tırmanış sonunda, bilge adamın konağına ulaşmış. Bilgenin konağı da gayet güzel ve gösterişli imiş. Hayatın anlamının ne olduğu merakıyla yanıp tutuşan adam hemen bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge, “Sana bunun cevabını söyleyeceğim ama önce bir sınavdan geçmen lazım.”demiş. Adam elbette merakını gidermek için her türlü zorluğa hazırmış. Bilge devam etmiş, “Sana bir kaşık sıvı yağ vereceğim. Elinde bu yağ olduğu halde evimi gezip dolaşacaksın. Ama sakın ola ki yağı dökmeyesin.”demiş. Adam, elinde yağ ile konağı gezip dolaşmış ve bilgeyle karşılaştıkları sofaya dönmüş. Bilge adam sormuş, “Evimi dolaştı...

NEDİYE TEYZE?

Yaklaşık bir yıldır herhangi bir yazı yazmıyorum. En son gammazın biri, Facebook’a yazdığım bir yazının çıktısını alıp beni şikâyet etmiş. Okula vardığımda iki müfettiş beni bekliyordu. Yazdığımda suya sabuna dokunur bir şey de yoktu ama “Buna soruşturma aç.”diyen gammaz büyük adam olmalıydı. Netice itibarıyla hiçbir şey olmadı ama midem bulandı tabii. İnsan, fikirlerinden ya da yazdıklarından ötürü cezalandırılınca üzülüyor. 2020 yılındayız ve fikir özgürlüğü olmalı. Oysaki halen daha böyle bir şey yok. Hem, biliyor musunuz şunları yazmak ne kadar zor. Bir sayfa yazı yazmak, bir öykü yazmak, o kadar zor ve özel bir durum ki… Öncelikle kalbinize bir şeyler doğacak, boğazınıza bir şey düğümlenecek. Hani şu ilham dedikleri şey var ya… Hakikaten doğru. Nitekim bir yıldır ne gelen var ne giden… Yakın zamanda çok okuyan, aydın bir dostum beni aradı ve niçin artık yazmadığımı sordu. Ona canımın istemediğini söyledim. Tır şoförünün bile gözaltına alındığı yerde benim gibi bir marabanın su...