BİZİM YUNUS
Yiğirmi
dokuz hece/Okursun uçtan uca/ Sen elif dersin Hoca/Manası ne demektir, der Âşık
Yunus. O yiğit eren, Tanrı’ya olduğu kadar ana diline de âşıktır. Türkçenin
kutlu ocağına hiçbir zaman eğri sözcük getirmeyen Yunus, Türkçenin sancaktarı
olup gönül meydanlarında öz pınarlarından akan arı duru kelimelerle coşmuş ve
yüreğinde cevher olanları da coşturmuştur. Ana dilinin heybesine sökün eden
yaban dilleri, incitmeden misafir odasına çekmiş ve yüreklere derman olan
İslam’ı öz diliyle anlatmıştır.
Elif
dersin de… Elif nedir Hoca? İşte, bilgelerin yüzlerce sayfalık iki kapaklı
obruklarda anlattığı yüce dinimizi dört dize ile anlatarak Türkçenin heybetini,
dolgunluğunu kanıtlamıştır. Şairler büyücüdür, derler. Yunus ne büyücü ne de
şairdir. Gönül yongaları Türkçe kelimelerle dökülen elif gibi dosdoğru bir
yiğittir sadece. Burada, feraseti olanı hayrete düşürecek olan, Yunus’un dini
anlatma dili olarak Arapça ya da Farsçayı değil de ana dilini kullanmış
olmasıdır. Zira Türkçe, o yıllarda ne bürokrasi nezdinde ne de mektep ve
medreselerde kıymetlidir. Selçuklunun son yıllarında devlet diline gelin gelen
Farsça ve Arapça ifadeler, Karamanoğlu Beyliği dışında diğer beyliklerin ilim
ve bürokrasi katmanlarında da hâkimiyetini sağlamlaştırarak sürdürmüştür. Osmanlının son dönemleri ve cumhuriyetin ilk
yıllarındaki Fransızca neyse Arapça ve Farsça da o zaman öyle güçlü ve öyle
gösterişlidir. Bugün İngilizce neyse o zaman da Arapça ve Farsça öyledir. Sahi,
bugün ana diline eğri sözcük getirmeyecek kaç Yunus yürekli dil ereni vardır?
Yunus
Emre gökkuşağı gibidir. Baktığında çok yakın görünür. Onu geçeceğim diye
kendini paralarsın. Ne var ki Yunus’u geçmek mümkün değildir. Şiirlerini
okuduğun zaman “Bunda ne var, ben de yazarım. “diyecek kadar Yunus’u kendine
eşdeğer görürsün. Bu, senin ifade becerinden değil Yunus’un alçak
gönüllüğündendir. Sonra kolları sıvayıp ak kağıda dizeleri sıralamaya
başlayınca alnında boncuk boncuk beliren ter damlaları eşliğinde bir şeyi
öğrenirsin: Haddini! İşte Bizim Yunus, ona gönül vereni incitmeden böyle
eğitir. Sana özgüven verir, muadilini yazmak niyetiyle kolları sıvarsın; güzel
çehresiyle karşında belirip henüz pişmedin deyiverir.
El
kızını gelin edip yüzünü gözünü makyajla dolduran nice şairler, yüreklerden
silinip gitmiştir de Bizim Yunus hâlâ dipdiri buradır. Çünkü onun gözü sürmeli
Türkçeden başkasını görmemiş; Tapduk Emre’nin kapısına tek bir eğri odun
getirmemiş olan o kutlu eller, kınalı eller dışında bir el tutmamıştır.
Yunus’un
dizelerindeki Türkçe; dil ile musiki arasında, sözden çok musikiye yakın yeni
bir lisana bürünmüş ve altın çağını yaşamaya başlamıştır. Bir kez gönül kırdın
ise/Bu kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi/Elin yüzün yumaz değil,
diyen gönül eri; zaten özünde cevher olan ana sütümüzü elmasa çevirmiş ve bizi,
dilimizin zirvesindeki bol oksijenli zirvelere salmıştır. Onun dizeleri,
bağrında Türkçeyi yeşertip işleyen tunç kanatlı kale kapıları gibi şaheser yapıtlardır.
Tanrı vergisi olduğu muhakkak sözleri, nazar boncuğundan yavuklusuna armağan
dizer gibi sıralayan Yunus, bize bizim kanalımızdan seslenerek “Bizim Yunus”
olmuştur. Yunus bilir ki kişinin bildikleri ancak ve ancak karşıdakinin
anlayabildiği kadardır. Onun dilini okuyan herkes kapasitesine göre başka
şeyler anlar ama okuyan her bir insan bir mana çıkarır. Yunus’un Türkçesi
elbette anlaşılır ve yakın görünür ama öyle tek dikişte içilecek türden bir
içki de değildir. Yunus’u sulandırarak içmek gerekir çünkü özlü deyişleri ve
göklerden haber veren sözcüklerin hazmı dergâhın kapısında kırk yıl pişmiş
olmayı gerektirir.
Arayış
içinde olan, derdi olan her gönül eri Yunus’ta bir istikamet bulacaktır.
Kurduğu her cümle, okuyanın zihin tarlasında nadasa bırakılan yerleri Türkçe
tohumlarıyla bezeyecek; nasıl ki kendisi Hoca Ahmet Yesevi’nin dalı ve
budağından olma bir yemiş ise onu okuma şerefine nail olanlar da dal budak
salıp meyvelenerek Hacı Bektaşı Veli ve Tapduk Emre yolunun hakikat yolcularına
ikram sunacak bir eren haline getirecektir. Yunus berekettir çünkü bulutu
Türkçedir. Hayatın anlamını arayan düzinelerce filozofu, dört dizede temsil
eden Yunus; Türkçenin dosdoğru bir muhafızıdır.
Büyük
devletlerin cenderesine sıkışıp kalan Oğuzlar, batıya göçtükçe Anadolu’yu yurt
edinmiş iken Tanrı onlara Yunus Emre’yi göndererek Anadolu Türkçesini inşa ve
ihya görevini Bizim Yunus’a vermiştir. Kılıçla açılan kapılara Anadolu
Türkçesinin diri ve canlı deyişleriyle mühür vurulmuş ve o günden sonra
devletler yıkılsa bile Türkçe ve Türklük yıkılmamıştır. Devletleri kuran,
medeniyetleri inşa eden, halkları millet yapan dil; Yunus Emre’nin tılsımlı
sözleriyle gönüllere taht kurmuş ve çağları delerek “Türkçem benim ses
bayrağım.”diye yeşerip Asya ve Avrupa’ya güzellik katmıştır.
Türkçenin
huzurunda minnet ve rahmetle andığımız bir Yunus var, bin Yunus olsun!
Yorumlar
Yorum Gönder