ISKAT
Parmaklarımdan
dökülen bu biçimler sanmayın ki mürekkepten tertiptir. Bunlar, kelimeleri
sürttürerek estetik haz kıvılcımları yaratmaya çabalayan bir mana satıcısının
salvoları da değil. Hiçbir zaman hiç kimsenin duygularını fayrap ettirme
telaşesinde de olmadım. İçten içe yanışım, odlanışım bana yetiyor da artıyor
keza. Eğlence arıyorsanız ötede oynayın. Buradaki biçimlerin imgelemlerinde can
çekişen bir tin, yüz binlerce kez cehennemde yanıp biteviye ruhuna üflenmiş bir
fâni duruyor. İşte orada! Kan parçacıkları, mürekkep yutmuş gibi yaptığı şu
uyduruk göstergelerin gölgelerinde saklanıyor. Ben bu gölgeden çıktığımdan beri
hiçbir yerde güneşi bulamadım. Bedenime sirayet etmiş her zerre yemeğin
tedarikçisi ellerin, derin ve nasırlı vadilerinde gözyaşlarımda boğulup boğulup
ayağınıza geldim. Belki bu şeytan kazanından can havliyle fırlarım da bir pamuk
yürekli beni silüetlerin perde arkasında keşfeder. Bir merhamet gösterir, bir
kulak verir… Bin düğümlü ve bin kapılı Alamut’un aşılmaz duvarlarına tırmanır
da gelir. Bin yaradan birine merhem çalar… Belki…
İşte
öyle… Kaybedenlerin tarlası olan öykülere serpiştirdiğim tohumlar belki de bir
yürekte filiz verir. Öyle bir boşluk ki bu… Yirmi beş gram kalmışım sadece…
Yalnızca o kadarcık bir yük bile bana ağır gelir. Her zerremi gece gündüz
öğütür taş silindirler de acılar peşimi bırakmaz, sökün eder. Neymiş bu
yazgının dekorlarının benden istediği? Canım bedenime ağır gelir. Her gün,
hayranlıkla zirvelerine baktığım heybetli dağlar yok oluvermiş. O kocaman dağ,
o Everest! Orada değil! Dalım budağım kırılıp gitmiş. Çaputun kalesi çöplüktür
keza. Bu çöplükte her çürük ipliği eğirilmiş bir yumaktan hangi canlı bir kolan
dokuyabilir? Bin kez ölmüş bir adamı öldürmekten kim haz alabilir?
Öyle
değil! Kan emiciler her yerde. Kimi
zaman takkeli, külahlı, afyon tesirli süslü cümlelerden örnek veren alelade bir
insan suretinde kör şeytan. Hayata dair her şeyimi taşa toprağa bulamışken
geldiler. Kimi yüz lira alacağını dile getirdi kimi de hayatı boyunca yapmadığı
ibadetlerin parasını istedi. Şu sömürücülüğe bakın! Benim dağlarım yerle bir
olmuş, denizlerim kurumuş iken kılık değiştirmiş şeytan beni daha beter soyma
telaşında. Ellerini birbirine kavuşturmuş. Bir de başını yana eğmiş. Bu dağın
ölümü üzerinden nemalanmaya hazır bir sırtlan sürüsü!
“Iskatını
vermelisin.”diyor ala bula takkeli olan. Gerçi öbürünün de takkesi alacalı.
Bunların başka renk takke takması da caiz değilmiş zaten. Beyaz bir takke alıp
kumaş boyası ile ala bula boyuyorlar. Diğeri de onu onaylıyor,
“Evet…
Ahirette huzur bulmasını istiyorsan ıskatını ödemelisin.”
Yanıyorum
diyorum yüreğimden. Kalbimden fışkıran feryadı duyacak incelik nerede? Varsa
buğday alırlar, varsa fındık, varsa bal, varsa malının bilmem kaçta kaçı?..
Onlar da yok mu? Iskat isterler. Soyka kalasıca mideleri hiç doymaz. 20 lira
vermezsen sala bile okumazlar. Yarama tuz biber ekerlerken bir de imam gelmesin
mi?
“Buyur
hocam, ne vardı?”
“Şey…
Yanlış anlamazsan benim de yirmi lira alacağım var.”
“Hocam,
ben sana 450 lira verdim ya!”
“Evet,
onlar yıkama ve kefen parası idi.”
“Eee?
Yirmi lira ne parası?”
“Telkin
parası.”
“Telkin
mi? Ne telkin ettin?”
“Öyle
deme muhterem. Ölüye kabirde sorularla soruların cevabını söyledim.”
“Ölülerle
konuşabiliyorsun demek.”
“Yav
neyse artık, sana bunları izah edecek değilim.”
“Neden?
Benim kafam çalışır. Şuradaki köylülerin hepsinden daha çok kitap okumuşumdur.”
“Kitap
okumakla olmuyor o işler. Bunlar imanla ilgili işler.”
Hocanın
mesajı netti. Sorgulayan adam lazım değildi ona.
“Tamam,
ne dediğin için para talebinde bulunuyorsun? Söyle lütfen.”
“Bak
beyefendi. Mevta, kabre indirildikten sonra sorgu melekleri yanına gelecek. Ona
birtakım sualler soracaklar. Bu sorulara vermesi gereken cevapları söylüyoruz.”
“Neymiş
o sualler ve yanıtlar?”
“Allah’tan
başka ilah olmadığı, ona şirk koşulamayacağı, Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğu,
kıyametin muhakkak geleceği, kabirdeki ölülerin diriltileceği, Kuran’ın imam,
kıble ve müminlerin kardeş olduğu gibi hususlarda telkinde bulunduk.”
“Dediklerinde
şüphe yok, bunlara ben de inanıyorum. Bunun için 20 lira mı vermeliyim?”
“Yani…
Usulen.”
Üzerine
son sürat toprak attılar. Kürekler öyle hızlı çalışıyordu ki hepsinin ondan
kurtulmak istediğini sandım. Kimsenin bekleyecek zamanı yoktu ya da herkesin
işi başından aşkın olmalıydı.
Az
önce koskoca bir dağın boşluğunu doldurmaya çalıştılar. 20 lira cebimden çıkıp
karşımda dikilen hayal satıcısına gitti. Bu, insanlığın en başından beri
böyleydi ve bu şekilde sürecekti. Adamın da havanın da güzeline doyulur mu hiç?
Gözlerimden düşen tuzlu sular öyle sıcak ki… Bağrımdaki ateşe su serpmekten
ziyade kömür atıyor sanki. Kim mi? Her damla işte.
Yiyin
bu ıssız ve kimsesiz bedenimi akbabalar. Her zerremi kızgın çöllere savurun ey
rüzgârlar! Ateşi çalan adamım ben şimdi. Kimseye bir faydam yok ama cezamın
yarlara mıhlanmak olmasına, etimin de güneşte kavrulduktan sonra akbabalara
sunulmasına razıyım artık.
Ben
dağımı kaybettim! Her gün şurada duruyordu. Yazları, güneşli vakitlerde boz bir
başla bana umut veriyordu. Yazları ertesi sabah başında ak saçlarla beni
selamlıyor, sarı devin etkisiyle bozlaşan tepesi geceleyin her ne hikmetse
tekrar saçını başını beyaza boyuyordu. Öyle işte! Heybetini izlemeyen,
pınarlarından istifade etmeyen bilmez demek istediklerimi. Alelade bir şekilde,
her gün; dört mevsim orada duruyordu. Ne kadar büyük olduğunu dağ oradan
kaybolunca anladım. Bu… Bu öyle büyük bir boşluk ki… Muhtemelen son nefesime
dek onu anlatmaya çalışacak ve okyanuslarca mürekkebi bunun için sebil
edeceğim.
Çok güzel olmuş hocam ellerinize sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim
Sil