FUAT SEZGİN PİYESİ

 

İSLAM MEDENİYETİ( FUAT SEZGİN PİYESİ)

YAZAN: MURAT KÖMÜR

Arkadan kısım bir sesle “Bitlis’te Beş Minare” türküsü söylenmektedir. Loş bir çalışma ofisinde, masa lambası yanmaktadır. Duvarda eski tip bir saat, masanın üzerinde tik tak sesleri sesleri çıkaran başka mekanik bir saat vardır. Fuat Sezgin’in elinde usturlap vardır. Usturlabı inceler, bakar. Masanın üstünde açık ve dağınık birkaç eski ciltli kitap, not alınmış kâğıtlar durmaktadır. Bu sırada eşi kapıdan girer. Fuat Sezgin ise çalışmaya dalmıştır. Eşi uzaktan seslenir,

-          Fuat Bey… Fuat Bey…

Fuat Sezgin, sesi duymaz. Elindeki aleti inceleyip notlar almaya devam eder. Saçlarına ak düşmüş, gözlükler burun ucuna inmiştir. Eşi daha da yakına gelir,

-Fuat Bey…

Fuat Sezgin,

-Efendim Hanım.

Eşi,

-On beş saattir çalışıyorsun azizim. Sabahleyin dersin de var. Saat dört olmuş. Çalışmaya ara verip birkaç saat uyusan iyi olur.

Fuat Sezgin, (Başını ellerinin arasına alıp derin bir nefes çeker.)

-Nasıl uyurum hanım, nasıl? İslam dünyasının yitik hazineleri asırların altında kalmış. İslam gençliği, nasıl bir hazinenin üstünde tepindiğinden habersiz, umutsuz dolaşıyor. Bunların gün yüzüne çıkarılması için bir insan ömrü yeter mi?

Eşi,

-Yetmez tabii fakat çalışmak için güce ihtiyacın var. Bu tempoyla devam edersen hasta olursun diye tasalanıyorum.

Fuat Sezgin, tekrar not karalamaya devam eder. Sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi başını kaldırıp,

-Okul için ekmek arası bir şeyler hazırladın mı?

Eşi,

-Bak, yine yaramı deştin. Bunun için de sana defalarca ikazda bulundum. Avuç içi kadar ekmeğin arasına koyduğumuz azıcık katıkla bu bünye nereye kadar dayanır? Ömrünü böyle bir hazineyi ortaya çıkarmaya adadığını biliyorum ama bunlar için sağlık lazım.

Fuat Sezgin tekrar usturlabı inceleyip notlar almaya devam eder.

 

Fuat Sezgin,

-Sana da epey zahmet verdiğimin farkındayım. Hakkını helal et.

Eşi,

Helal olsun.

Eşi, onun kendisini duymadığını, aklının başka şeylerde olduğunu anlar. Derin bir nefes çekip başını sağa sola sallar ve ağır adımlarla odadan çıkar. Biraz sonra elinde ekmek arasıyla sahneye gelir. Fuat Sezgin, hala çalışmaktadır. Hazırladığı yiyeceği sandalyenin üzerinde duran çantaya sessizce bırakıp çıkar.

Sabah ezanı okunur. Fuat Sezgin perdeden dışarı bakar. Odadan çıkıp abdest alır ve kollarını havluya silerek sahneye tekrar gelir. Sabah namazı kılar. Tekrar çalışma masasına oturup notlarını karalamaya devam eder.

Biraz sonra saat çalar. İşe gitme vakti gelmiştir. Çantasına birkaç not kağıdı koyar. Askıdan pardösüsünü alıp çıkar.

(Sahnenin yandaki boş tarafı aydınlatılır. Yolda ağır adımlarla yürümektedir. Bu sırada bir çocuk hızlı adımlarla yanından geçer. Çocuk,

-Yazıyor, yazıyor! Üniversiteden atılan 147’likler listesi yazıyor!

Çocuk, sahneden hızla uzaklaşır. Birkaç adım sonra Fuat Sezgin’i bir arkadaşı beklemektedir. Sahnenin sağında bir bank vardır. Arkadaşı orada oturup gazete okumaktadır. Fuat Sezgin başı önde, dalgın bir şekilde bankın arkasından geçecekken arkadaşı Ferit Bey, seslenir,

-Fuat Bey… Fuat Bey, hayırlı sabahlar.

Fuat Sezgin, irkilerek arkadaşına bakar,

-Hayırlı sabahlar Ferit Bey, nasılsınız?

Ferit Bey,

-Üstadım, gelin şöyle yanıma oturun. İki laf edelim yahu.

Fuat Sezgin,

-Kusura bakmayın, oturacak zamanım yok. Üniversiteye gidip derse hazırlanmam gerekiyor.

Ferit Bey, ayağa kalkıp onun koluna girer,

-Yahu muhterem, bugün okullar kapalı. Gel, iki çift laf edelim.

Fuat Sezgin,

-Ne demek okullar kapalı. Bugün hafta içi değil mi?

Ferit Bey,

-Öyle ama… Darbe yapıldığı için okullar tatil ilan edildi. Moralim çok bozuk. Gel hadi.

Fuat Sezgin, banka oturur,

-Aklımda pek çok şey olduğu için gündemi takip edemedim. Darbe mi yapıldı yani?

Ferit Bey,

-Maalesef azizim, maalesef… Asker yönetime el koydu.

Fuat Sezgin,

-Eyvahlar olsun. Dünya bilimle uğraşırken, her gün yeni bir icat ortaya çıkarken, Batı teknikte almış başını yürümüşken bizimkiler darbe yaptı öyle mi? İyi de niye? Darbe yapanlar, halktan daha mı akıllı, bürokratlardan ya da seçilmişlerden daha mı üstün vasıflara sahipler? Türk milletinin başında Demokles’in kılıcı gibi duran bu baskı zihniyeti ne zaman bizi rahat bırakacak?

Ferit Bey,

- Vallahi hiç umudum kalmadı üstadım. Siyasi çekişmelerden kurtulup bilim ve medeniyet yolunda koşabileceğimize dair hiçbir inancım yok.

Fuat Sezgin,

-Güzel düşünelim Ferit Bey, Müslüman’a ümitsizlik yakışmaz. Okul nasıl gidiyor?

Ferit Bey,

-Okul, olduğu gibi devam ediyor işte. Darbe karmaşası bitip de derslere başlayınca biraz daha rahatlarım diye umuyorum.

Fuat Sezgin,

-İyi düşünelim diyorum ama üniversiteye ara verilmesi pek de iyi olmadı. Bir sürü araştırmam vardı. Ayrıca yüksek lisans yapan öğrencilerime kılavuzluk etmem gerekiyor. İnşallah bu mecburi tatil uzun sürmez.

Ferit Bey, kafasını kaşır. Derin bir iç çeker. Bir elindeki gazeteye bir de Fuad Sezgin’e bakar.

Ferit Bey,

-Şeyy… Üstadım bu sabahki haberlere göz attın mı?

Fuat Sezgin,

-Maalesef bakmadım. Elimde birkaç araştırma vardı da… Onlarla ilgileniyordum.

Ferit Beyi

-Nasıl söylesem bilmem ki… Sizinle beraber 147 hocayı üniversiteden atmışlar. İşte bak, liste burada.

Fuat Sezgin, gazeteyi eline alır. Ön sayfayı okur. Arkayı çevirir. Derin bir iç çekip gazeteyi arkadaşına verir ve ayağa kalkar.

      -Neyse bana müsaade o halde. Evde yarım kalan işlerim vardı. Boş kalmışken onları bitireyim.

      ( Sahne karartılır, bankı alıp çıkar.)

      (Eşi çalışma masasını toparlar.)

Fuat Sezgin, geri döner. Bir süre sonra (Sahnenin arkasından dolaşıp) eve gelir. Kapıyı çalar. Kapıya eşi çıkar Eşi,

-Hayırdır Fuat Bey, bir şey mi unuttun?

Fuat Sezgin,

-Hayırdır inşallah, hayırdır hanım. Bende emin değilim. Yok hanım. Darbeciler benimle birlikte 147 hocayı üniversiteden atmışlar.

Eşi,

-Moralin çok bozuk görünüyor.

Fuat Sezgin,

-Ülkede darbe yapılmış haberimiz yok.

Eşi,

-Aman Allah’ım! Ne olacak peki?

Fuat Sezgin,

-Bir de iyi tarafından bak. Çalışmak için bir sürü boş zamanım olacak.

Fuat Sezgin, pardösüsünü asıp çalışma masasının başına geçer. Hiçbir şey olmamış gibi davranarak bir şeyler karalamaya devam eder. Eşi başında dikilmektedir. Ona bakarak şöyle der,

(Kendi kendine konuşarak)

(Kale Muammer, Muhammed bin Müsemma’dan başkası değilmiş anlaşılan.)

-Ursula galiba müthiş bir teori buldum.

Eşi,

-Nedir o?

Fuat Sezgin,

-İslam dünyası da dâhil tüm Batı dünyası hadislerin sözlü kaynağa dayandığını zannediyor. Oysa hadisler yazılı dipnotlara dayanıyor.

Eşi,

-Kulağa ilginç geliyor. O halde bilim dünyasında kaynakça göstermenin temelini İslam âlimleri mi atmış oluyor?

Fuat Sezgin,

-Evet. Üstadım Helmut Ritter’in danışmanlığında “Mecaz’ül Kuran” adlı eserler ilgili doktora tezine çalışıyordum. Kitabın bir nüshasını hocam aracılığıyla edindim. Çalışmaya başladım. Sonra kitabın ikinci nüshasını buldum. Hocam buna çok şaşırmıştı. Neyse… Mecaz’ül Kuran’ı incelerken bazı yerlerin Buhari’nin hadis kitabından alındığını fark ettim. Buhari’nin kitabı sekiz bölümden oluşur. Bunun bir kısmı tefsirdir. Buhari’nin kitabına bakarken orada “Kale Muammer” diye birinden bahsettiğini fark ettim. Kaynak gösterdiği kişiyi biraz araştırınca onun Mumamer Bin Müsemma’dan başkası olmadığını anladım. Yani hadisler, sözlü olarak kişilere değil, yazılı bir esere dayanıyordu.

Eşi,

-Bunu Alman bilim dünyasına anlatsan orada büyük bir etki yaratır.

Fuat Sezgin,

-Vakti gelince o da olacak. Bir kahve pişirir misin? Uyku bastırıyor da…

Eşi,

-Uyu desem de uyumazsın zaten.

Eşi sahneden çıkar. Bu sırada kapı çalınır.

( Arkadan, sahne gerisinden) eşinin ve hocası Helmut Ritter’in sesi gelir.

Eşi,

-Hocam hoş geldiniz, bu ne sürpriz!”

Helmut Ritter,

-Haberleri duydum. Fuat Bey evde mi?

Eşi,

-Evet, çalışma odasında. Siz buyurun, ben size kahve pişireyim.

(Eşi sahneden çıkar.)

Helmut Ritter, içeri girer. Fuat Sezgin onu görünce ayağa kalkar.

-Üstadım, hoş geldiniz. Şeref verdiniz. Sizi gördüğüme ne kadar sevindim tahmin edemezsiniz.

Helmut Ritter,

-Ben de sizi gördüğüme çok sevindim Her Fuat. Haberleri işittim. Bunlar için çok üzüldüm.

Fuat Sezgin,

-Can sağlığı olsun. Araştırmalarım için zaman doğmuş oldu. Şöyle buyurun, oturun lütfen.

Sandalyeden çantayı alıp masaya koyar. Hocası yanına oturur.

Helmut Ritter,

-Danke Her Sezgin, danke şön.

Fuat Sezgin,

-Ursula, kahvemiz iki olabilir mi acaba?

Ursula Sezgin,

-Tabi, seve seve…

Helmut Ritter,

-Bu ara ne işle meşgulsünüz Her Sezgin?

Fuad Sezgin,

-İstanbul’a Bilim ve Teknoloji Müzesi kurmak istiyorum üstadım. Şu hayattaki en büyük muradımın bu olduğunu siz de biliyorsunuz.

Helmut Ritter,

-Üniversiteden atılmanız sizi hiç etkilememiş anlaşılan.

Fuat Sezgin,

-O kadar çok işim var ki politik kaygılarla uğraşacak boş zaman bulamıyorum. Su akar, yatağını bulur.

Helmut Ritter,

-Sizi tanıdığım ilk günkü kadar azimlisiniz. İşte, bilimden ve üretmekten başka kaygısı olmayan gerçek bir bilim insanı. Sizinle ne kadar gurur duysam azdır Her Fuat.

Fuat Sezgin,

-Sayenizde üstadım, inanın sayenizde. Benim için harcadığınız onca emeğe vefa göstermesem yazık olur. Size layık bir talebe olmak için son nefesime değin çalışacağım.

Helmut Ritter,

-          Sizin buralara gelmenizde benim katkım okyanusta bir kaşık su kadardır. Araştırmak, üretmek, fark yaratmak ve ufuk açmak; sizin tabiatınızda var. Bunu, sizi gördüğüm ilk gün hemen anlamıştım.

Fuat Sezgin, (Bu sırada kahveler gelir. Fincanda, yanında lokum vardır. Kahveler içilmeye başlanır)

-O günü hala capcanlı hatırlıyorum. Aslında mühendis olmak istiyordum. Beni sizin konferansınıza götürdüler. Orada sizi dinleyince büyülendim. Sizin öğrenciniz olmaya işte o zaman karar verdim.

Helmut Ritter,

-Haa… Şu, en fazla iki üç kişinin katıldığı konferanslarımdan birine mi? (Gülerler)

Fuat Sezgin,

-Kalite, herkese nasip olmaz üstadım.

Helmut Ritter,

-Abartıyorsun Her Sezgin. Fikirlerimizi uyuştu. Güzel amaçlarla yola çıktık. İslam medeniyeti eşsiz bir okyanus. Biz de seninle beraber o okyanusta kulaç attık. Sen, farklı bir talebeydin. Arapça öğrenmeni istediğimi anımsıyorum da… Altı ayda Arapça öğrendin. Bundan çok etkilenmiştim.

Fuad Sezgin,

-O zaman da böyle bir mecburi tatil vardı değil mi? Almanlar Bulgaristan’a girmiş, burada da okullar tatil ilan edilmişti. Siz, bana bunun bir fırsat olduğunu söylemiştiniz. Gazali’yi Arapça okuduğumda gözlerinizdeki mutluluk bana onur vermişti.

Helmut Ritter,

-Gelmiş geçmiş en büyük Oryantalist kabul edilen Brockelman’ın “Arap Edebiyatı” kitabında yığınla eksik vardı. O kitaptaki eksikleri gidermek, bir ömre sığmayacak kadar geniş çaplı bir çalışmaydı. Oysa sen ne yaptın? Yalnız eksikleri gidermeyi bırakmadın, dünyadaki tüm el yazmalarını tarayıp yepyeni bir el yazması kitaplar kataloğu hazırladın. Hem de bunu sekiz yılda yaptın. Bunu da asla unutamam işte.

Fuat Sezgin,

-Bununla siz gurur duyuyorsunuz ama ben utanç duyuyorum üstadım. Sekiz yılda birinci cildi tamamladım ama size yollamakta geciktim. Hatta size bir şey göstereceğim bekleyin üstadım.

(Bu sırada Fuat Sezgin, kitaplıktan aldığı bir kağıdı çıkarıp göz gezdirir.)

Helmut Ritter,

-O kâğıtta ne var?

Fuat Sezgin,

-Birinci ciltle ilgili değerlendirmeniz hocam. Gözüm gibi saklıyorum bunu. El yazmaları ile ilgili hazırladığım kataloğun birinci cildiyle ilgili değerlendirmenizi çok merak ediyordum. Bu cevap için iki aydan fazla bekledim. Size mektup üzerine mektup yazdım. Bir türlü cevap vermiyordunuz. Sonunda bana bu satırları yazdınız.

Helmut Ritter,

-Ne yazmışım? Oku bakalım.

Fuat Sezgin,

-“Hiç kimse böyle bir kitap yazamadı. Bunu sizden başka da hiç kimse yazamaz.” Bu sözler bana nasıl bir güç verdi tarif edemiyorum.

Helmut Ritter,

-Mübalağa ediyorsunuz. Hakikaten o çalışmayı, sizden başkası kotaramazdı. “Arap Edebiyatı Tarihi” kitabınız, bilim dünyası için eşsiz bir eserdir. Frankfurt Üniversitesinde kurduğun İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü içinde size minnettarım.

Fuat Sezgin,

-O nasıl söz üstadım, asıl ben size minnettarım.

Helmut Ritter,

-Beni en çok da şaşırtan nedir söyleyeyim mi? Sen Müslüman bir bilim insanısın. Ben de Hristiyan bir bilim insanıyım. Sen yine de bana karşı her zaman saygılı davranıyorsun. Nasıl bu kadar saygılı ve vefalı olabiliyorsun? Sonuçta din ve kültür farklarımız var. Yani ben Batı dünyasındaki bilim insanlarında böyle bir tutum hiç mi hiç görmedim.

Fuat Sezgin,

-          Üstadım, Müslüman âlimler, hocalarını hep saygıyla anar. Bir icatları varsa ve bu icadın teşekkülünde hocalarının katkısı varsa bunu mutlaka belirtirler. O kişi, ister Yunan olsun, ister Mısırlı isterse Çinli…  Bilim, tüm insanlığın ortak ürünüdür. Oysa Haçlı Seferleri vasıtasıyla İslam Medeniyetiyle tanışan Batı, böyle davranmadı. Kilisenin emrindeki yazıcılar, bilimi, sanki düşmandan bir şey kaçırırmış gibi kopyalayıp kendilerine mal ettiler. Daha sonra bu temelden hareketle yeni icatlar yaptılar. Kaynak belirtmedikleri için de sanki bilim yalnızca Batı’dan doğmuş gibi bir algı oluştu. Oysa bilimin dini, ırkı yoktur; o ortak bir çabanın ürünüdür.

Helmut Ritter,

-O elindeki usturlap mı?

Fuat Sezgin,

-Evet üstadım. Mesela bu usturlaba bakalım. Bunu Yunanlılar icat etti. Müslümanlar onu öyle geliştirdi ki bu aletle zamanı, güneşin yüksekliğini, hangi noktalardan doğup battığını hesaplar hale geldiler.10.yy.dan itibaren de Haçlı Seferleri sonrası Batı’ya intikal etti.16. yy.da Avrupalılar, şekil bakımından güzel usturlaplar geliştirdiler fakat geliştirdikleri hiçbir usturlap Müslümanlarınki kadar işlevsel olmadı.

Helmut Ritter,

-Üst taraftaki yıldız adları sayesinde boylam derecelerini dahi ölçebiliyorlardı. Ya Halife Me’mun? Bugün, onu tanıyan kaç kişi vardır?

 

Fuat Sezgin,

-Müslümanlar, daha 8-9.yy.da Hintlilerden ve Yunanlılardan matematik coğrafyanın püf noktalarını öğrenmişlerdi. Halife Me’mun, onlardan yeni bir dünya haritası çizmelerini istedi. Bunlar, otuz yıl çalışıp sonunda bugünküne benzeyen bir harita çizmeyi başardılar.

Helmut Ritter,

-Evet… Hani, şu senin Topkapı Sarayında, bir el yazması içinde bulduğun harita değil mi bu?

Fuat Sezgin,

-Evet üstadım. O harita, Batlamyus’un çizdiği haritadan daha gerçekçi. Yunanlılar, Afrika’nın güneyinden Çin’e gidilebileceğini bilmezken Müslümanlar bunu biliyordu. Avrupa’daki haritaların tamamı, bu haritadan kopyadır. Bilim herkesin ortak ürünüyken bazı düşmanca tavır alanlar, araya fitne sokmaya çalışıyor.

Helmut Ritter,

-Kötüler her zaman vardır Her Sezgin. Alman televizyonunda “Dünyanın Mucizeleri” adlı programda Frankfurt’taki müzenizde bulunan aletler yayınlanmıştı. Müslümanlar övülüyor diye düşünenler, kanal sahibini ölümle tehdit etmişti.

İçeriye sisle Kâtip Çelebi girer. Fuat Sezgin,

-Aaa Kâtip Çelebi!

Kâtip Çelebi,

-Fuat’ım. Kalbinden bana karşı olumsuz düşüncelerin fışkırdığını hissedince seni ziyaret etmeye karar verdim.

Fuat Sezgin,

-Doğru hissetmişsiniz, size kırgınım sayın hocam. Daha doğrusu hem hayranım hem kırgınım.

Kâtip Çelebi,

-Bir gönülde iki farklı duygu barınmaz Fuat’ım. Hangisi daha ağır basar, söyle hele.

Fuat Sezgin,

-Cihannüma, adlı eserinizi yazarken Merkator diye bir Hollandalıdan faydalanmışsınız.

Kâtip Çelebi,

-Eee, ne var bunda? Sen, sürekli deyip durmuyor musun Bilim tüm insanlığın ortak çabasıdır, diye.

Fuat Sezgin,

-İyi de üstadım, Merkator o haritaları İslam dünyasından aldı.

 

Kâtip Çelebi,

-Bunu nasıl tespit ettin?

Fuat Sezgin,

-Aslında ben de ilk başlarda haritanın Merkator’a ait olduğunu kabul ediyordum. Bunun için on yıl araştırma yaptım. Fakat nasıl olur da Hollanda’da oturan, oradan çıkmamış biri, Orta Asya’daki küçücük göl ve ırmakları çizebilir, diye düşünüp durdum.

Kâtip Çelebi,

-Sen bunca imkân içinde iken bile bunu on yılda anlamışsan bizim gözden kaçırmamız affolunur herhalde.

Fuat Sezgin,

-Estağfurullah Hocam. Burada kırgın olduğum nokta Merkator’dan istifade etmeniz değil. O zaman, İslam Medeniyetinin böyle haritalar çizmiş olabileceğini düşünmemenizdir. Halife Me’mun’nun hazırlattığı harita Topkapı Sarayında öylece duruyormuş mesela.

Kâtip Çelebi,

-Cihannüma ‘ya Balkanları tanıtarak başladım. Bu esnada aslen Fransız olan Mehmet İhlasi adlı bilim insanıyla tanıştım. Onun yönlendirmesiyle Merkator’a ulaştık ve onu kaynak gösterdik. Keşke Topkapı Sarayındaki eserleri de tarasaydık ama orası bir derya gibi. Bir insanın ömrü yetmezdi bunun için.

Fuat Sezgin,

-İşte şimdi, tüm dünya, o haritaları Merkator’un çizmiş olduğunu kabul ediyor. Beni üzen de budur.

Kâtip Çelebi,

-Biz bir çığır açtık. Elimizden gelen buydu. Sen çalışmaya ve yitik hazineleri gün yüzüne çıkarmaya devam et. Dualarımız seninle. Bana müsaade.

(Kâtip Çelebi, dışarı çıkar. Fuat Sezgin onu uğurlayıp geri döner.)

Helmut Ritter,

-Her Sezgin daldın gittin nerede kalmıştık? . Kâtip Çelebi bile özüne değil Batı’ya bakmış. Galiba tüm sorunlar ya da İslam medeniyetinin çocuklarındaki aşağılık kompleksi, kendi değerlerini yeterince tanımamalarıyla alakalı.

Fuat Sezgin,

-Elbette sayın hocam. Benim ilkokulda Batı hayranı bir öğretmenim vardı. Bize “Müslüman âlimler, dünyanın öküzün boynuzlarında döndüğüne inanıyorlar.” derdi. İnanın üniversiteye kadar bu bilgiyle devam ettim. Ta ki sizinle tanışana kadar bu safsataya inanıp durdum.

(Bu sırada eşi, birer kahve daha getirir. Boşları alıp çıkar. Fuat Sezgin, tebessümle eşine bakar.)

Helmut Ritter,

-Bu kadar sıkı çalışmaya eşin ne diyor? Pek de memnun olduğunu sanmıyorum.

Fuat Sezgin,

-Ursula, benim bilim dünyasında ilerlememi sağlayan ışığımdır. Almanya’ya ilk geldiğim zamanlar Almancam çok iyi değildi. Eşim tüm yazdıklarımı inceliyor ve düzeltiyordu. Onun sayesinde Almanca eserler yayımladım desem abartmış sayılmam. 

Helmut Ritter,

-Şanslı birisin o zaman. Bak sana hala şaşkın olduğum bir şey diyeyim. İslam Bilimler Tarihi kitabını tek başına hazırlayıp bilim dünyasına sunmana hala şaşkınım biliyor musun? Aklıma geldikçe gururdan havalara uçasım geliyor.

Fuat Sezgin,

-Yalnız siz değil, tüm Avrupa buna inanamadı. Bu alandaki tek çalışma Alman Oryantalist Brockelman’a aitti. Siz de eserde pek çok eksik el yazması kataloğu olduğu için yakınıp duruyordunuz. 60 ülkenin kütüphanesini gezip 400 bin cilt eser taradım. Kütüphanelerin temizlik günlerinde oraya gidip el yazmalarını tek tek not ettim. Avrupa’da ise bu iş için komisyon kurulmuştu. Ben bu işi tek başıma yaparım deyince adamların küçümseyici tavırlarını görmeliydiniz. Bu işi bir Türk asla yapamaz, dediler. İki cildi hazırlayıp matbaaya gönderince sus pus oldular.

Helmut Ritter,

-          Harika bir çalışmaydı. Peki… Sence neden bilimin ve uygarlığın kaynağı yalnızca Batı ve Yunan olarak kabul ediliyor?

Fuat Sezgin,

-Bu, daha çok yetişme tarzıyla ilgili. Müslümanlar, hadis ilmiyle yetiştiği için mutlaka kaynak gösteriyorlar. Batı ve Yunanlılar ise kaynak göstermemişlerdir. Mesela İbn-i Sina’nın “Taşlar” adlı kitabı yıllarca Aristo’nun kitabı diye tedavülde dolaştı durdu. Sonunda bu yanlışı kabul ettiler. Bir de medeniyetlerin yetiştirdiği mizaçlar var. Kepler ile İbn-i Heysem’i örnek verelim. Kepler; aceleci, gösteriş düşkünü, kurumlu bir karakter. İbn-i Heysem ise derin ve sessiz bir akarsu gibi. Galiba toplumlar tribünlere oynayanları daha çok tanıyor ve kabulleniyor.

Helmut Ritter,

-Biruni mesela. Arşın arşın enlem ve boylam ölçen bir bilim adamı. Şu ilim aşkına bakar mısın?

(Bu sırada içeri Biruni girer.)

Biruni,

-Selamünaleyküm bilim yoldaşım.

(Fuat Sezgin ayağa kalkar ve selamına karşılık verirler.)

Fuat Sezgin,

-Kıymetli Hocam, fakirhanemizi şereflendirdiniz. Varlığınızdan mesut oldum.

Biruni,

-Kişioğlu, anıldığı ve sevildiği yerdedir. Madde gözüyle bakan manayı göremez, kalp gözüyle bakmayan yarenlik edemez. Beni anıyordunuz, işte buradayım.

Fuat Sezgin,

-İbn-i Sina ile yazışmalarınızdan bahsediyorduk üstadım. Hocam da ben de epey şaşırmıştık doğrusu.

Biruni,

-Neye şaşırdınız?

Fuat Sezgin,

-O devirde, ışığın hızı ölçülebilir mi, diye birbirinize soruyorsunuz. Işığın hızının ölçülmesi o devirde akıllara gelemeyecek bir bilimsel seviyedir.

Biruni,

-Allah, insana yarattıklarının sınırlarını öğrenebilme ve onları daha iyi tanıma fırsatı için “düşünme” özelliği vermiştir.

Fuat Sezgin,

-Üstadım, o tartışmalara hayran olduk. Biz, sizleri, sizin ilmi seviyelerinizi tanımıyoruz hala.

Biruni,

-Eeee, Fuat… Çırak ustasını tanımıyor ve tanıtmıyorsa, boynuz kulağı geçmiyorsa; bunları sürdürmeyen çırak utansın. Değil mi?

Fuat Sezgin,

-Haklısınız hocam fakat sizdeki ilim aşkı herkeste olamaz. Gazne’den başlayıp arşın arşın enlem ve boylam ölçmeniz akla hayale sığmıyor doğrusu. Her ölçümü 2,5 metrelik kürenize işleyip şehir şehir katırlarla onu taşımış olmanız bizi mest etti. Bu, küresel trigonometrinin kuruluşudur üstadım.

Biruni,

-İlim Çin’de dahi olsa gidi alınız, diyen bir peygamberin ümmeti; bilim yolunda nasıl aşkla tutuşmaz?

Fuat Sezgin,

-O aşk bizde zayıf maalesef üstadım. Az çalışıp çok kazanmak, oturduğu yerden sadece eleştirmek, atalet ve ülfet yorganının altından itibar salvoları atmak… İşte, bunlar geçer akçe olmuş.

Biruni,

-Biz çığırı açtık Fuat’ım. Siz de o izde artık ya yatar yuvarlanırsınız ya da daha da ileri gidip yeni zirveler keşfedersiniz. Burası size kalmış. Ben asıl buraya niçin geldim biliyor musun? İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesini açtığın için sana teşekkür ediyorum. Bu kurum sayesinde gelecek kuşaklar bizi daha yakından tanıyıp ecdadıyla arasındaki bağı pekiştirecek.

Fuat Sezgin,

-Asıl ben size minnettarım üstadım. Bizimkisi devede kulak.

(Biruni, Fuat’ın omzunu sıvazlar. Tebessüm ederek dışarı çıkar.)

(Fuat Sezgin yerine oturur.)

Helmut Ritter,

-Bak yine daldın gittin. Çok çalışıyorsun Her Sezgin çalışmalarına ara verip biraz dinlenmelisin.

(Kahvelerinden bir yudum alırlar.)

Fuat Sezgin,

-Üstadım, İslam âlimlerinde kibir asla bulunmaz. Onlar kibirden ve gösterişten korkup alçakgönüllü davranırlar. Ama Batı dünyasında da sizin gibi değerli bilim insanları var. Aslında ben tüm bunları sizin yönlendirmeniz sayesinde öğrendim.

Helmut Ritter,

-Ne diyor siz Türkler? Estağfurullah… Öyle değil mi, oldu mu? Estağfurullah Her Sezgin. Benim için sizinle tanışmak bir onurdur.

Fuat Sezgin,

-İslam âlimleri hocalarını daima derin bir hürmet ve minnetle anar. Şimdi müsaade ederseniz alaturka bir şekilde elinizi öpeceğim hocam. Bizde terbiye böyle bir davranışı gerektirir.

(Ayağa kalkar ve hafif bir itiş kakıştan sonra hocasının elini öper.)

Helmut,

-İşte sendeki bu vakur duruş, terbiye, erdemli davranış ve hocaya saygı beni İslam âlimlerine hayran ediyor. Bunu başka bir yerde bulamazsın, biliyorsun. Ne büyük bir medeniyetin çiçeği olduğunuzu tüm İslam âlemi bilmeli ve geçmişten aldığı güçle bilim dünyasındaki hak ettiği yere gelmeli. Yalnızca aklı rehber edinen bilim dünyasının sizlerin gönül gözüne ihtiyacı var. Yalnızca akıl, insanlığa iki dünya savaşı getirdi. Tüm insanlığın akla kılavuz olabilecek bir gönül terbiyesine ihtiyacı var. Daha çok Fuat’a ihtiyaç var, daha çok Fuat Sezginlere!

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMA NELER GELDİ

DOYUMSUZ EVLAT NASIL YETİŞTİRİLİR?

ACI BABA'YA HOŞ GELDİNİZ