CUMHURİYET FAZİLETTİR !

 

           

İnsanlığın bilinen ilk tarihi Nil Nehri havzasında başladı. İlk zamanlarda toplayıcılık, ardından avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdüren insanoğlu; tarımı keşfedince bulunduğu yerde yaşamaya karar verdi. Sabit bir yerde yaşamanın getirdiği bir rahatlık vardı fakat bir o kadar da sorun teşkil ediyordu. Av için hayvan sürülerinin peşinde koşmak zorunda olmayan insanlık, bu defa ürünlerini korumak, yerleşim yerlerinde huzur ve sükûneti sağlamak zorundaydı. Bunun için “devlet” denilen sistemi ve devletin olmazsa olmazları olan adalet ve emniyet teşkilatını kurdu. İyi de bu devleti kim yönetecekti? Çoğunlukla güçlü ve hükmetme kabiliyeti olan kişiler, komutanlar, politikacılar devletin başına geçti ve halkı yönetti.

Sonra insanoğlu pek çok badireler atlatıp birçok sebepten ötürü dünyamızın değişik bölgelerine dağıldı. Bu topluluklardan biri olan Türkler, yüzyıllarca Orta Asya’da yaşadı ve çeşitli devletler kurdu. Orta Asya’da iklimsel koşullar, iç ve dış çekişmeler yüzünden barınmak zorlaştı. Türkler bu mücbir sebeplerden ötürü batıya göçerek buralarda çeşitli devletler kurdu. Malazgirt Zaferi ile Anadolu’yu yurt edinen Türk milleti, iç ve dış etkenlerden ötürü yine birçok devlet kurup ardından birçok beyliğe bölünerek yaşamını sürdürdü.

Anadolu Selçuklu Devleti, son Sultan II. Mesut ile can çekişirken Osmanlı Devleti 1299 yılında şimdiki Bilecik ilinin Söğüt ilçesinde kurulmuştu. Osmanlı Padişahları, iyi organizasyon, adaletli hükmetme, savaşçılık ve ileri görüşlülükleri sayesinde devleti gitgide büyüttü ve imparatorluk haline getirdi. Bu çağ açıp çağ kapatan büyük Türk devletini yalnızca Osmanoğlu ailesinden olanlar yönetebilirdi. Padişahlık sistemi o zamanlar, hızlı karar verme, devleti tek elden yönetme ve hükmetmeyi merkezde toplama açısından gerekliydi. Hükümdar ve ailesi yönetmek için Tanrı tarafından seçilmişti ve Türklerde buna “Kut İnancı” denilirdi.  Yöneticinin tek olması, karar almayı ve organize olmayı hızlandırıyordu. Türklerin savaşçılık, teşkilatçılık ve vatanseverlik duygularının güçlü olmasıyla Osmanlı İmparatorluğu 1600’lü yıllara kadar tüm dünyada süper güç olmayı sürdürdü. Türkler, Orta Çağ karanlığında kilise baskısıyla boğuşan Batı’ya nazaran bilim ve teknolojide oldukça güçlü durumdaydı. Fatih, pek çok dil biliyor, şiir yazıyor ve mühendislik bilimiyle uğraşıyordu.

1600’lü yıllardan sonra işler Osmanlı aleyhine değişmeye başladı.  15. Yüzyılda başlayan Coğrafi Keşifler ile Avrupalı milletler yeni yollar keşfetti. Bundan önce ticaret için Osmanlı topraklarını ve limanlarını kullanıyor ve Osmanlıya vergi veriyorlardı. Yeni ticaret yollarının bulunması Avrupa’yı peyderpey zenginleştirdi. Matbaanın icadı ile de gitgide okuma yazma oranı arttı. Okuma yazma oranı artınca Avrupa’da “Rönesans” denilen bir Aydınlanma Çağı başladı. Soyluların dışında kitap okuyabilen, fikirlerini yazan, örgütlenebilen gruplar oluştu. Bilgiye ulaşan halk, kilisenin boyunduruğundan kurtuldu ve bilimsel bir kültür oluştu. Tüm bu okuma, aydınlanma ve fikir alışverişi etrafında “halkın yönetimi” fikri ortaya çıktı. 1789 Fransız İhtilali ile krala karşı isyan edilerek ilk cumhuriyet denemelerine başlandı.

Avrupa’da 1447 yılında Johannes Gutenberg adlı Alman kuyumcu ve matbaacı, hareketli parçalar ile yazı baskısını başlattığında Osmanlı topraklarında yazma işlerini “hattat” denilen sanatçılar icra ediyordu. Bu sanatçılar, güzel yazıda ustalaşmış kişilerdi. Hattat denilen bu güçlü meslek erbaplarının örgütlenmesi, matbaanın işleyişi ve gerekli materyalleri için bilgi ve donanımın olmaması yüzünden Osmanlı halkı kitapla yeterince buluşamadı. Öyle ki ilk kitap VANKULU, 1729 yılında basılmıştı.

Matbaanın gecikmesi, bilim, teknoloji, eğitim ve diğer pek çok alanda ilerlemeyi yavaşlattı ve durdurdu. Bu sebeplerden ötürü, Batı bilim ve teknolojide ilerlerken Osmanlı geri kaldı. Bilim ve teknolojide ilerleyen Batılı devletler, Osmanlıya karşı pek çok alanda ve savaşta üstünlük sağladı. Güçlenen Batılı devletler, Osmanlının iç işlerine karışarak yüzlerce yıl bir arada yaşadıkları pek çok halkı Osmanlıdan kopardı. Yüzlerce yıl yönettiği pek çok toprağı elden çıkan Osmanlı, zengin ve teknolojik olarak güçlü Batı karşısında tutunamadı. 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesini imzalayan Osmanlı Devleti, bundan sonra Batılı güçler tarafından işgal edilerek yerini yeni Türk cumhuriyetine bıraktı.

Topraklarında doğduğu, okullarında okuduğu, şerefli bir subayı olduğu devletinin yıkılışına; doğduğu evin bulunduğu toprakların işgaline, göz bebeği İstanbul’un işgaline şahit olan Mustafa Kemal; tüm bu yaşanılanları iyice analiz etmiş ve yeni devletin yönetim biçimini kafasında şekillendirmişti. Anadolu’ya geçip Türk milletinin iradesine güvenerek 1920’de TBMM’yi kurdu ve milletin iradesinden aldığı güçle işgalci devletleri Anadolu’dan kovdu. 1923 yılında devletin yönetim şeklinin “cumhuriyet” olarak belirlenmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetme hakkı Türk milletine verildi. Cumhuriyet ile birlikte vatanın cefası da sefası da doğrudan milletimize devredildi. Türk halkı demokratik yollarla kendisini yöneten iradeyi sandık başında belirleyerek cumhuriyetinin yüzüncü yılına ulaştı. 15 Temmuz Kalkışması ile Türk halkının iradesine sahip çıkma hususundaki kararlılığı tescillendi. Bu kalkışmaya karşı gösterilen direniş, Türk milletinin zihninde ve gönlünde cumhuriyet ve demokrasinin ne kadar perçinlendiğinin bariz bir göstergesi oldu. 1923 yılında cumhuriyete kavuşan Türk milleti, çetin mücadeleler vererek cumhuriyeti içselleştirdiğini ve iradesini kendinden başka hiç kimseye vermeyeceğini tüm cihana ilana etti.

Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından milletimize emanet edilen cumhuriyet, milletimizin ufkunda parlayan bir yıldız olarak her geçen gün yükseldi ve sonsuza dek yükselecektir. Cumhuriyet fazilettir.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMA NELER GELDİ

DOYUMSUZ EVLAT NASIL YETİŞTİRİLİR?

ACI BABA'YA HOŞ GELDİNİZ